• MyPassion
YASEMİN EVREN :UYGARLIK VE SAYGI
17/06/2021 10:36

Sevgili okurlarım, yoğun çalışmalarım nedeniyle, uzun süre sizlerden ayrı kaldım. Bir yandan ikinci anı kitabımı, diğer yandan ikinci şiir kitabımı tamamlama çalışmalarım nedeniyle gazete ve dergilere yazılar gönderemedim. Affınıza sığınarak son yazımı sizlerle paylaşıyorum.

YASEMİN EVREN :UYGARLIK VE SAYGI
 

''Uygarlık insanlarla doğanın arasını açmıştır" der Hüseyin Rahmi Gürpınar, bir sözünde...

Hüseyin  Rahmi'nin bu sözünü canlı canlı yaşadım. Ve sonunda aynı anlama gelen farklı bir yargıya vardım kendimce.     "Uygarlığın arttığı yerde saygı azalıyor."  İnsana, doğaya...   

İlk atamam Afyon'un bir dağ köyüne çıktığında 20 yaşındaydım.     Sakalı göbeğine kadar uzanan sakallı yaşlı amcalar bile "hoca hanım kızım" diyorlardı. 

Sonra yine aynı ilin İzmir'e doğru başka bir ilçesinin bir köyüne atandım. Yurt     
dışına bolca işçi göndermiş bir köydü yeni köyüm. İlkinden daha yakındı uygarlığa. Ora insanının dilinde "Yasemin Hoca" oldu ünvanım. İlk köyümün sıcaklığını arar olmuştum. İçimde garip bir sızlama başlamıştı adını koyamadığım. 

Evlendim, eş durumundan ilçe merkezine istedim atamamı zorunlu olarak. Çünkü evim ilçe merkezindeydi, eşimin işi de. İlçeden köye her saat araç yoktu. Sabahları derse yetişmem mümkün değildi. Atamam gerçekleşene dek özel bir taksi ile anlaştım. Her sabah beni derse yetiştiriyor, ders çıkışı okuldan alıyordu. Benden başka ilçeden köye gelen öğretmen yoktu. Yalnız başıma taksinin aylık ücretini ödeyecek gücüm kalmamıştı. Çünkü yol ücretim neredeyse maaşıma yakındı. O nedenle ilçe merkezine atanmak istedim.

Sıram gelince muradıma erdim. Evimden yürüyerek okuluma gidebiliyordum. İlk kez bir öğrencimin annesi uyandırdı beni mutluluk uykumdan. "Hoca!" Diye seslendi karşı kaldırımdan. Hoca?... Hanımı yok bu kez. Sadece "hoca". Dönüp hanıma baktım. Yanıma gelmeye niyeti yoktu. Kaldırımdan kaldırıma bağırışacağız gibi geldi bana. İrkildim. Sonucu kestiremediğim için kısa bir an bekledim. Yok, yok, gelmiyordu. Baktı ki bende de bir hareket yok, "gel hele!" Diye seslendi bu kez. Bozuldum tabii. Beni ayağına çağırıyordu. İçimden bir ses sakinleştirdi beni. Ne söyleyeceğini de merak ettim kadının. "Ya sabır!" Çekerek karşı kaldırıma geçtim. "Buyrun hanımefendi, ama biraz çabuk olursanız sevinirim. Derse geç kalıyorum" dedim. "Leyla üç gün gelemeycek okula, haşhaş çapasına gitcez, o çocuğa bakıcek". Demez mi?
"İyi ama derslerinden  geri kalacak çocuk. Tam da yeni bir üniteye başlamıştık. Konuları kaçırırsa öğrenmesi zor olur" diyecek oldum, tamamlayamadım bile sözlerimi. Kadın ardına dönüp giderken söyleniyordu elini havada sallaya sallaya. "Valla hökümattan gorkumumuza yolleyoz gızı okula. Yoğusam evde yapılcek onca iş varıkan heç okula mı yollarız onu?"

Kalakalmıştım olduğum yerde. Saygısızlığın hangisine üzülmeliydim? 'Hanım' demeye bile gerek görmeden kabaca çağırılmama mı? Yanıma gelme nezaketi göstermeyip beni ayağına çağırması kabalığına mı? Okuma çağındaki masum bir yavrunun geleceğine yön verme yetkisini kendinde görüp, yavrucuğun okula gitmesini gereksiz bulması cehaletine mi? Yanımdan geçen bir arabanın kornasıyla ayıldım  düşüncelerimden.
Saatime baktım, ders zili çalmak üzereydi. Koşar adımlarla yöneldim okula. Sınıfa girdiğimde soluk soluğaydım. Derse başlayamıyordum bir türlü. Kendime gelebilmek için zaman yaratmaya çalıştım önce. Ödev kontrolü bahanesiyle dolaştım sıraların arasında. Güya bakıyordum çocukların ödevlerine ama görmüyordum. Çocuklara durumu hissettirmemeye çabalıyordum. Ağırıma gitmişti yaşadıklarım. Hocaydım artık. Ne adım vardı ünvanımın önünde ne de hanımlığım ekliydi sözcüğün sonunda. 

Bu ilçede tam on dört yıl yaşamak zorunda kaldık özel nedenlerle. Sonrasında kıyı Ege'nin şirin bir ilçesine atandı eşim. Eş durumundan benim atamam da yakın bir köyündeki ilköğretim okuluna yapıldı. Evim ilçe merkezindeydi, köye minibüsle gidip geliyordum. İlçe asfalt üstünde olunca ulaşım sıkıntısı yoktu. Uygarlığa adım adım yaklaşıyorduk. Yeni görev yerimiz ülkemin en aydın, en çağdaş insanlarının yaşadığı, oldukça uygar bir yerdi. Bu uygar ilçede benim ne öğretmenliğim kalmıştı, ne hanımlığım... Sadece Yasemin diye çağırılıyordum artık. Bunun adına da 'samimiyet' deniyordu. Alışamadım uzun süre. Sadece belli mevkilerdeki öğrenci velilerim "hocam, Yasemin hanım, hocanım..." diye başlıyorlardı sözlerine. 

Bana adımla seslenen sütçüme Raziye hanım demekten hiç yüksünmedim. İş yaşamımda meslekdaşlarımla hanım'lı, bey'li konuştuğumuzdan mıdır dilimin alışkanlığı, bilmiyorum. Çok yakınım olmadıkça kimseyi çıplak adıyla çağıramadım. Hanım, hanımefendi, bey, beyefendi... Biraz yakın hissediyorsam, abla, ağabey, teyze, amca, dede... 

Derdim, birilerinin bana " hocahanım" veya "Yasemin Hanım" demesi değil elbette. Değerli olduğumun hissedilmesini, hissettirilmesini isterim. Herkes gibi. Nasıl ki ben, karşımdaki kişinin tahsili, etiketi, kıdemi ne olursa olsun, insan olduğu için, " Ayşe Hanım, Veysel Bey" diye hitabederek onları onore ediyorsam... Nasıl ki yaradılanı seviyorsam yaradandan ötürü...

İlk köyüm... Afyon'un unutamadığım o dağ köyü. Uygarlığın kaplumbağa adımıyla ilerlediği köyüm. Zaman zaman düşünüyorum da şu kaplumbağayı sokmasak mı o köye. Varsın uygarlaşmasın, insanlıkları kaybolmasın yeter ki, diye düşünmüyor değilim.

Neden böyle oluyor? Neden uygarlık ve saygı ters orantılıdır? Uygarlaşırken insanlığımızdan ödün vermemiz gerekir mi? Hem çok uygar, hem birbirimize çok saygılı insanlar olamaz mıyız? Uygarlık demek, kimsenin kimseye eyvallahı olmaması mı demektir? Anlamıyorum. Tam tersi olması gerekmez miydi? Uygarlık ve kültür düzeyi arttıkça insanın insana, insanın doğaya saygısının artması gerekmez mi?    Birbirimize mevkisi için değil elbette, sadece insan olduğu için değer vermeliyiz. Ağacı, çiçeği, kurdu, kuşu, böceği, köpeği, kediyi, arıyı, kelebeği, fili. Ve hatta cüssesine bakmadan yükünü sürükleyen karıncayı çok sevmeli, korumalı, yaşatmaya çalışmalıyız. Kendimizden başka bir canlıya yardımcı olma duygusu vicdanımızı rahatlatır. Yüzümüzü güldürür. Mutlu oluruz. Kendimize olan saygımız artar.

Az önce de dediğim gibi... Yaradılanı sevmeliyiz Yaradan' dan ötürü.

Yasemin Evren

Emekli Edebiyat Öğretmeni Kuşadası

Şerif AKARÇEŞME - serifakarcesme@hotmail.com


Facebook'ta Paylaş